17 Kasım 2013 Pazar

şahsi duruşun gölgesi

"İntihar etmeyip yaşıyorsak, anlamın büyüklüğünden değil, hayatın içine düşmüş olmaktan, muzır bir merak ile ıstıraplı bir inadın götüreceği yeri görme isteğinden; bir de, üstüne üstlük, şahsi duruşun gölgesinin topluma bir lanet olarak düşmesini diliyor olmaktan başka bir anlamı yoktur her güne yeniden başlamanın."  
Işık Ergüden
 
 

"teenager"

"Teenager", bir tüketicinin ilk kırışıklıklarını taşır yüzünde. Onu altmış yaşındaki bir insandan ayıran çok az şey vardır. Büyük bir hızla tüketir ve kendisini sahteliğe kaptırdığı oranda erkenden yaşlanır. Eğer kendisine gelmesi uzun sürerse, geçmiş ona kapılarını kapatacaktır. Yeniden yapmak amacıyla bile olsa, eski yaptıklarına dönmek için yeni bir fırsat daha yakalayamayacaktır. Onu, dün birlikte oynadığı çocuktan ayıran öyle çok şey var ki! Gösteri toplumunda, bir imaj karşılığında çocukluğun şiirinden, özgürlüğünden ve öznel zenginliğinden isteyerek vazgeçmiş, piyasanın değersiz alanına balıklama dalmıştır. Ancak, o ve onun gibiler bir an durup düşünür ve bu karabasandan çarpışarak kurtulmaya çalışırlarsa, düzenin kuvvetleri gerçekten korkutucu bir rakiple -çocukluğunu savunmak için bunak teknokrasinin en korkunç silahlarını, bunları icat edenlere çevirebilecek güce sahip bir rakiple- yüz yüze kalabilirler.
Raoul Vaneigem,Gündelik Hayatta Devrim, 1996, Ayrıntı Yayınevi. 

15 Kasım 2013 Cuma

cesaret

"yaşamak, ayakta kalmak; bu küçük bir zaferdir. capcanlı kalmak; vedalaşmalar ve cinayetlere rağmen neşeli olabilmek... sonunda acıya alıştık. ve neşe elemden daha fazla cesaret gerektiriyor"
eduardo galeano


13 Kasım 2013 Çarşamba

sevgisi kendine nefretiydi

"Oysa İbrahim, hepsinden büyüktü. Kudreti nedeniyle büyüktü; kudretinin kaynağı güçsüzlüğüydü. Bilgeliği nedeniyle büyüktü; bilgeliğinin sırrı akılsızlığıydı. Umudu nedeniyle büyüktü; umudunun biçimi delilikti. Sevgisi nedeniyle büyüktü; sevgisi kendine nefretiydi."

Søren Kierkegaard / Enki Bilal


kuşkulan da, sok parmağını tomas

yaralarım benden önce de vardı… ben onları bedenimde taşımak için doğmuşum…

caravaggio / joe bosquet

shevek usul usul acı çekiyor...






"acı çekmek bir yanlış anlamadır... hiçbir toplum varolmanın doğasını değiştiremez. acı çekmeyi önleyemeyiz. şu acıyı, bu acıyı dindirebiliriz, ama Acı'yı dindiremeyiz. bir toplum ancak toplumsal acıyı -gereksiz acıyı- dindirebilir. gerisi kalır. kök, gerçek olan... gerçekliğin, rahatlık ve mutlulukta görmediğim, acıda gördüğüm gerçeğin, acının gerçekliğinin acı olmadığına inanıyorum. eğer içinden geçebilirsen. eğer sonuna kadar ona dayanabilirsen." 
Mülksüzler, Ursula K. Le Guin

bozkır kurdunun ıstırabı



"... bir hayvanı incele bakalım; bir kediyi, bir köpeği, bir kuşu ya da hatta hayvanat bahçesindeki güzel, büyük hayvanlardan birini, bir gümüş aslanı, ya da bir zürafayı! o zaman görürsün ki hepsi gerçektir, bir tek hayvanda bile tutukluk yoktur, ya da ne yapması, nasıl davranması gerektiğini bilmiyor değildir. yüzüne gülmek istemezler, seni etkilemek istemezler. tiyatro bilmez onlar. oldukları gibidirler; taşlar, çiçekler veya gökteki yıldızlar gibi... çok kez hayvanlar acılıdır... ve eğer bir insan diş ağrısı çektiğinden ya da para kaybettiğinden dolayı değil de günün birinde bir saat için her şeyin, tüm yaşamın nasıl olduğunu hissetmesi nedeniyle çok acılıysa o zaman gerçekten acılıdır; o zaman daima azıcık bir hayvana benzer görünür, o zaman acılı görünür; ama başka zamanlardakinden daha gerçek, daha güzel..." 
bozkır kurdu, herman hesse


umur



her şeyi umursayan bir akılsız olarak sorarım, "umursamamak" nedir ki? neyi umursamıyorsunuz, bir sorun kendinize! umursamadıklarınız, cehenneminizdir sizin! ben her şeyi umursuyorum, cennet de benim, cehennem de.
l.k. / enki bilal


6 Kasım 2013 Çarşamba

Sömürgecinin Öğrenci Evlerinde Gördüğü Yeni Hayat / Evren Barış Yavuz


“Eğer bir kişi, bir politik parti, bir ordu veya bir düşünce okulu düşman tarafından saldırıya uğramıyorsa, bu durum açıkça düşmanın seviyesine inmiş olduğumuz anlamına geleceği için, bunun kötü olduğunu düşünüyorum. Düşman tarafından saldırıya uğramak iyidir, çünkü düşmanla aramızda net bir sınır çizgisi çizmiş olduğumuzu kanıtlar. Düşmanın bize çılgınca saldırması ve bizi karalaması en iyisidir; bu, düşmanla aramıza net bir sınır çizgisi çizdiğimizi ve aynı zamanda görevimizde bir hayli başarıya ulaştığımızı kanıtlar.” [Mao Ze-Dung 1939]

Topraklarımızda bir ‘iç’ savaş sürüyor. Hali hazırda süren diğer iç savaşları dikine ve bazen de yatay biçimde kesen bir savaş alanı halinde hayat… Hayatta karşılık bulan mücadele iktidarla münakaşa halindeki kesimleri de içine alan bir su terazidir. O terazide bulunan hemzeminlik, hayatın içinde aranan hayatı da bize verecektir.

Hayat içinde bir savaşın enerjisiyle birikiyor. Özgürlük denenmemiş bir hayat olarak duruyor savaşın orta yerinde.

Sömürgecilik geçmişin köle zincirlerini bugünün metropol insanına sıkıca dolarken, yeni bir sömürge olarak ‘insan’dan söz etmenin vakitlerindeyiz.

Dünyanın kapitalist aklı sömürgelerinden çekilip yeni bir bağımlı ilişkiyi kurarken, insanı sömürge haline getirecek bağımlılığı da bulmuştu. Bu bağımlılık tahakkümdür.

‘İnsan insanın sömürgesidir’ hizasına bu yoldan yürüdük. Tahakkümün ona maruz kalanlarca yayıldığı asrın sömürgeciliği derinleşti, insanlaştı. Hiçleştirdi.

Şimdi insanlığın Fanon kuşağı açmış tarihi ve coğrafi atlasları vuruyor kalbine canavarın.

Hayatın direnişi burada başlıyor işte. Bedenin, hünerin, emeğin ve duygunun sömürgecinin tırnak aralarında kasıldığı anda…

İktidar katliam kesitlerine yerleştirdiği bedensel taarruzlarla Roboski’de ‘kürtaj’, Reyhanlı’da ‘alkol’, Gezi’de ‘evler’ başlıklarını açarak, hem kitle kurgusuna söylem taşıyor.  Gezi’nin açtığı büyük Anti Faşist parantezin vuruş gücünü atlatmak için kendi ‘muhafazakâr’ kodlarına sarılıyor.

İktidarın öğrenci evlerine karşı duyduğu öfke bir aşağılık kompleksinin de dışa vurumudur. Orada görülen gizem bir çağın oryantalist bakışını da yeniden üretiyor. Sömürgeci, öğrenci evine ‘arzu’ duyuyor. Öfkeli arzuyla onu dağıtmak, onu muhafazakârlıkla yarmak istiyor.

Sömürgeci iktidarların ‘dayanışma’ biçimlerinde gördükleri tehlike de buradadır.  Öğrenci evi bir dayanışma biçimidir. Bir okuldur.

On yıllar boyunca baskıcı eğitim sistemleri, asimilasyon, cinsel ve sosyal ehlileştirme politikalarına rağmen bu topraklarda özgürlük mücadelesinin kök bulabilmesi öğrenci evlerinin toprağına borçludur.

Dinsel baskıcılığın, milliyetçi histerinin kırıldığı yerler yine öğrenci evleridir. Ekmeğin, kitabın ve öykünün değiş tokuş edildiği bu evlerin mayaladığı şeydir isyan… Yaşamında ilk kez Kürtleri bu evlerde gören genç kadınların, Alevilerin Hızır’ın burada duyan Kürt’ün, Türkmen türküsüyle, Nusayri ezgisinin birbirine dokunduğu yer burasıdır. Öğrenci evleri Anti Faşist odaklardır.

Bu evlerin poetikası ve politikası dayanışmayla güçlenir, Paylaşım, ortak iş yapma, hüznün ve kederin ortaklaşalığı yine bu evlerde karşılık bulur. Aşk burada, dostluk burada ve yoldaşlık da…

Birer dayanışma odağı olan bu evlerin küçük ekonomileri sömürgeciliğe direniş için insanı güçlendirir. İnsanın güçlenmesi ise sömürgeciliği dağıtır, sömürgeci politikayı yarar.

İktidarın bu düzeyde bir biçimde saldırması iyidir.

Bu saldırının kadın bedeninden sekip yine kadının evine girmesi ise başlı başına özel bir alandır. Bu hayatın direndiği büyük barikattır. Kadın bedeninde kurulan barikat tüm sömürgeci ilişkilere direnişin vuruş gücünü oluşturmaktadır.

İktidarın bu düzeyde bir biçimde saldırması iyidir.

Bu saldırının aileleri kesecek biçimde derinleşmesiyle toplumsalın içine saklanan paralel iktidarları da açığa vurur. İktidarın söylemi sadece Adalet ve Kalkınma Partili ailelere değil; Sol, Sosyalist, Alevi, Kürt Yurtseveri ailelere de dolaysız imalar yollamaktadır.  Bu yanıyla kadın bedeni üzerinden kutsal aileye yönelik amansız eleştiri de karşılık bulur. Direnişin açtığı parantez kutsal ailemizi de iç savaşın içinde temize çekecek olanakları verecektir bize.

İktidarın bu düzeyde bir biçimde saldırması iyidir.

Bu saldırı topraklarımızın Anti Faşist mecrasının da başlıklarını açmıştır. Faşizmin karşılık bulduğu tüm tahakküm ilişkilerinin; kadında erkeğin, heteroseksüelde LGBTİ’nin, Türk’te Ermeni’nin, Sunni’de Alevi’nin… Şey’de şey’in! Anti Faşizm bu yanıyla direnişin yeni başlığı ve dayanışma ile güçlenecek ana hattıdır.

Canavarın sömürgesi olmaya, canavarın uzantısı olanın tahakküm nesnesi olmaya ‘hayır’ demek ise burada başlar. İktidarın uyguladığı otoritenin bıraktığı sızıyı dayanışma siler, direniş onarır, mücadele sızısızlaştırır.

Öğrenci evleri iktidarın korkusudur. Saldırısı korkusunun, o evlerde kök bulan yeni hayata dair duyduğu endişenin açık ifadesidir.
Aşktan korkan iktidarı aşk alaşağı edecektir. Aşk, ahir zamanın yeni sözleşmesidir.

Hayatın direnişi sürüyor.

http://fraksiyon.org/somurgecinin-ogrenci-evlerinde-gordugu-yeni-hayat/

21 Ekim 2013 Pazartesi

Kilise der ki, beden bir günahtır.
Bilim der ki, beden bir makinedir.
Reklamlar der ki, beden bir işletmedir.
Beden der ki, ben bir şenliğim!
(Eduardo Galeano)

16 Ekim 2013 Çarşamba

dünyanın bütün işçileri, bi gevşeyin la, işe güce gitmeyin.

10 Ekim 2013 Perşembe

"Asla beni delirtemeyeceksiniz! Beni sağlam öldüreceksiniz… mükemmel bir ruh ve mükemmel bir beyinle."
Ulrike Marie Meinhof

7 Ekim 2013 Pazartesi

Şehir plancılarının devri kapandıktan sonra, sıra sefalet mahallelerinin ve gettoların yeraltı insanlarına gelecek. Yatakhane şehirlerin ayrıcalıkları, sadece yıkmayı biliyorlar. Yeraltı insanlarının bunlarla karşılaşmasından çok şey umulabilir: Devrim, bu karşılaşmadır.  
Internationale Situationniste, sayı: 6, 1961


"İletişimin Olduğu Yerde Devlet Yoktur"

Sessiz bir iletişim vardır, aşıklar bunu iyi bilirler. Bu aşamada dil, esas dolayımlama olarak önemini yitirmiş görünüyor; düşünce (bizi kendimizden uzaklaştırması anlamında) artık bir oyalanma değildir; sözcükler ve göstergeler ise bir lüks, bir savurganlık haline gelirler. Aşıkların sarhoşluğunu paylaşmayanlara şaşırtıcı bir biçimde gülünç gelen gözyaşı ve okşamalardan oluşan barok tarzdaki o dalgacı muhabbetleri düşünün. Yargıç, Paris'te hangi anarşistleri tanıdığını sorduğunda, Léhautier de doğrudan iletişime başvurmuştu: "Anarşistler aynı şeyi düşünmek için birbirlerini tanımak zorunda değiller." Teori ve pratik açısından en yüksek tutarlılık düzeyine ulaşabilmiş olan radikal gruplarda, sözcükler, zaman zaman bu oynaşma ve sevişme ayrıcalığına, yani erotik iletişime ulaşacaklardır."
Raoul Vaneigem






















 "There is a silent communication; it is well known to lovers. At this stage language seems to lose its importance as essential mediation, thought is no longer a distraction (in the sense of leading us away from ourselves), words and signs become a luxury, an exuberance. think of those bantering conversations with their baroque of cries and caresses which are so surprisingly ridiculous for those who do not share the lovers' intoxication. but it was also direct communication that Léhautier referred to when the judge asked him what anarchists he knew in Paris: :Anarchists don't need to know one another to think the same thing." In radical groups which are able to reach the highest level of theoretical and practical coherence, words will sometimes acquire this privelege of playing and making love: erotic communication."
Raoul Vaneigem

*Gençler İçin Hayat Bilgisi El Kitabı Gündelik Hayatta Devrim,Raoul Vaneigem, 1996, Ayrıntı Yayınevi.

Ulrike'nin beyni

Yıldırım Türker (Radikal, 17.11.2002)





Kızıl Ordu Fraksiyonu'nun (RAF), daha bilinen adıyla Baader-Meinhof'un Ulrike'sinin kızını bütün dünya uzaktan, mahcubiyetle gölgeli bir merak içinde izliyor. Gazeteci Bettina Röhl'ün serüveni, anasınınki gibi trajik. Hayatını, anasını kendinden koparıp alan sol hareketle savaşmaya adamış olan bu kadın, tamamıyla çağdaş bir trajiğin sözcüsü. Alacakaranlık bir uygarlık resminin orta yerinde durmuş, karanlık bir tarihi yeniden yazmaya çalışırken insanlık serüveninin gelip dayanmış olduğu noktayı da aydınlatıyor kaçınılmaz olarak. Kah Antigone gibi şefkatli bir körlükle, kah Eurydice'nin boşluğa uzanan elleriyle bu çağın lanetli bir mitolojik kahramanına dönüşüyor karşılığında. Anasının intikamını almak isterken gözü dönmüş Medea gibi kendi çocukluğunu katletmeyi göze alıyor. Derin acılarla geçmiş çocukluğunun bir canavar söylencesi olan Ulrike'sini; anasını yeniden kucaklamak için ona yeni bir kimlik biçmeye çalışıyor. Anasının yoldaşlarıyla hesaplaşıyor. Joschka Fischer'in 1983'deki bir çatışmada bir polis memurunu döverken çekilmiş fotografını bulup çıkartıyor. Yetmiyor. Onun bir polisi daha öldürmeye teşebbüs ettiği iddiasıyla suç duyurusunda bulunup Cumhurbaşkanı'na mektuplar yazıyor. Radikal sol gruplar üstüne geniş bir araştırma yapan Röhl, sıkça kamuoyunun ve yargının önüne yeni iddialarla çıkıyor. Cohn-Bendit'in öğrenciliği sırasında kreşlerde çalışırken yazmış olduğu bir yazıda kız çocuklarının ne kadar flörtçü olabileceği saptaması, onun sübyancı ilan edilmesine yetiyor. Sağ basın, Bettina Röhl'e bayılıyor. Anasını yoldan çıkaran bütün kötü arkadaşlarının baş belası olan bu kadın, Alman siyasetini yönlendirmeye çalışıyor.

* * *


Bettina, Ulrike'yi bütün iradesinden soyup ihtiyaç duyduğu anaya dönüştürmek için onun katilleriyle kol kola girmekten kaçınmadı. Anasının geçmişinin izini kararlı bir polis gibi sürerken onun beyniyle karşılaştı. 41 yaşında ölen Meinhof'un beyninin Tübingen Üniversitesi'nde incelendiğini, çıkarılan raporda Ulrike'nin beyninde nörolojik bir bozulma saptandığını, dolayısıyla cezai ehliyeti olmadığını iddia etti. Röhl'e kalırsa, söz konusu raporu, dönemin öğrenci liderlerinden, şimdinin Dışişleri Bakanı Fisher, örtbas etmişti. Röhl'ün Ulrike'nin beyninin incelemeye alındığı iddiaları doğrulandı. Magdeburg Üniversitesi rektörü bir açıklama yaparak, "Beyin, Psikiyatri, Psikoterapi ve Psikosomatik Tıp Enstitüsü Başkanı'nın laboratuvarında. Ama niye orada, bilmiyorum" dedi. Evet, Röhl, haklı çıkmıştı. Annesinin beyni, izni alınmaksızın bilimsel araştırma için kullanılmıştı. Röhl, Ulrike'nin beynindeki 'bozukluk' nedeniyle cezai ehliyeti olmadığı halde yargılandığı ve hüküm giydiğini, dolayısıyla masum bir 'sakat' olduğunu kanıtladığını düşünüyordu.
Ulrike'nin beyni, değerli bir hatıra olarak; düşmanın yüzülmüş kafa derisi, öldürüldükten sonra kırılıp saklanmış altın dişi gibi 26 yıldır uygar Almanya'nın uygar bir bilim yuvasında saklanıyordu. Besbelli, malın sahibi profesör, arada bir kimi yakınlarına çapkın bir gururla ganimetini gösteriyordu. Şöminenin üstüne asılı bir kaplan kafası gibi. Vahşi ve güçlü avın, nesiller boyu, güvenli aile geleneği üstünde asılı duracak olan kesik başı.


Sistemin bilimi, sisteme karşı duran bir beynin farklılıklarını incelemeye alıyor. Bir hastalık olmalı. Mutlaka, mutlaka bir farklılık bulunmalı. Bir mutasyon. Bir deviasyon. Bir atrofi. Bir hipertrofi. Hipotalamusu farklı olabilir mi? Hani kimi masaya yatırılan eşcinsel beyinlerinde rastlanandan? Ya da gizli bir ur? Bütün mesele beynin loblarında gizli. Ona o bembeyaz, som sessizliğiyle çıldırtmaya yönelik hücreyi tasarımlayanların, hiç inandırıcı olmayan intiharının gölgesinde sırıtanların beyinlerinden farklı bir beyni olmalı bu hilkat garibesinin.


Mallach'ın pırıl pırıl beyninden farklı olmalı.


* * *


Yakın zaman önce, Ulrike'nin RAF yoldaşlarından Baader, Esslin ve Raspe'nin ölüm maskları bulunmuştu. Hans Joachim Mallach, RAF mahkumlarının tecrit hücrelerinde tutulduğu namlı Stammheim hapishanesinde birkaç yıl içinde sırayla ölü bulunan Ulrike Meinhof, Andreas Baader, Gudrun Esslin, Jan Carl Raspe, Juliane Plambeck ve Wolfgang Beer'e intihar teşhisi koyan, Tübingen Üniversitesi'nin saygın adli tıp profesörüydü. İki gün morgda kalan üç cesedin ölüm masklarını çıkaran da oydu.
Mallach, gençliğinde şanlı bir SS subayıydı. 17 yaşında SS'e katılmış, Stalingrad kuşatmasında yer almış, Hitler'in muhafızlığını yapmış, madalyalarla taltif edilmişti. Esir düştükten sonra 21 yaşında, toplumla bütünleşmesi için serbest bırakıldı. SS dövmesini kurşun deliği izlenimi bırakacak şekilde sildirdi. Zamanla mesleğinde yükseldi. Hizmetlerinden dolayı devlet nişanı bile aldı. Yeni Almanya'da iki oğlunu da nasyonal sosyalist ideallerle yetiştirdi. Oysa oğulları, onun fikirlerini korkunç bulan yetişkinler oldu. Nitekim babalarının 2001 Ocak ayında ölümünden sonra polise ve basına bir açıklama yaptılar.


İddiaya göre, Baader ve Raspe kendilerini hapisten çıkarmak için yapılan uçak kaçırma girişimi başarısızlıkla sonuçlanınca 17 Ekim 1977'de kafalarından vurulmuş olarak, Esslin ise asılmış olarak bulunmuştu. Üçlünün cesetleri 18 Ekim gecesi, örgütü düşman diye adlandıran Mallach ve ekibinin otopsi masasına geldi. İntihar raporunu bu namlı SS subayı kaleme aldı.


Mallach, oğullarına otopsiyi nasıl yaptığı üstüne bir şey söylememiş. Ama, Stuttgart polisi kriminal şubesinin başındaki Josef Ring'in talebiyle ölenlerin yakınlarına ve savcılığa bildirmeden cesetlerin her birinden üçer ölüm maskesi ısmarlamış. Mallach, maske işlemini kafa derisi yüzmeye benzetmiş ve masklardan SS tank tümeninin savaş ganimeti olarak söz etmiş. Oğulları 80'li yıllarda babalarını adli tıp enstitüsünde ziyaret ettiklerinde maskları dolapta görüyormuş.


* * *


Bettina, anasının trajedisinden ibaret kimliğini, bilimin tarafsızlığıyla yeniden yaratmaya çalışırken Mallach'ın elinden tutmuş oluyor. Anasını, çok inandığı uygar dünyanın, kirli işlerinde istihdam ettiği gizli Nazilerle el ele katlettiğini kabul edemiyor.
Aradan onca yıl geçtiği halde hücrelerinde ölü bulunan militanların katledildiğini yazmak ya da söylemek hâlâ çok tehlikeli. Yasal solun da ayakta durabilmek için sessizlikle geçiştirdiği bu konu ganimetlerle birlikte raflarda bekliyor. Uygar dünya, geçmişe olan onca borcuyla birlikte, alacakaranlık bir tarihi yeniden, durmadan yeniden yazıyor.
Kaybedenlerin yüzülmüş derileri, alacakaranlıkta, uygar dünyanın o ürpertici sırıtışını bir kibrit çakımlık süre içinde aydınlatıveriyor.

6 Ekim 2013 Pazar

Uyuyanı öldürürüm

İnsanlar bir gün keşfedecekler uykunun önemsizliğini. Tanrı uyumaz. Adem Peygamber de uyumazdı. Hücreler uyumaz, mikroplar da uyumaz. Filler iki saat uyurlar, köpeklerse uyuyabildikleri kadar. Başka bir şey söylemeyeceğim. İnsanlar günahlarını unutmak için uyurlar. Her gün biraz daha fazla uyuyorlar. Geceye sahip çıkana kadar. Başka bir şey söylemeyeceğim. Ölüler uyumaz. Ben de uyumam. Uyuyanı öldürürüm.
Max Aub, Örnek Suçlar

"Daha yavuz bir belge var mıdır ha, gerçeği ararken parçalanmayı göze almış yüzlerden?"

YORT SAVUL

Arif Çağlar için

1. Atlasları getirin! Tarih atlaslarını!
En geniş zamanlı bir şiir yazacağız

2. Harbi karşılık verecek ama herkes
Göğünde kuş uçurtmayan şu üç soruya:

3. Bir, Yeryüzünde nasıl dağılmıştır
Tarihi düzünden okumaya ayaklanan çocuklar?

4. İki, Daha yavuz bir belge var mıdır ha
Gerçeği ararken parçalanmayı göze almış yüzlerden?

5. Üç, Boğaziçi bir İstanbul ırmağıdır
Nice akar huruc alessultanlarda bayraksız davulsuz?

6. Nerede kalmıştık? Tarihe ağarken üç ağır yıldız
Sürünerek geçiyor bir hükümet kuşu kanatları yoluk

7. Çocuklar! ile bile muhbirler! ve bütün ahali!
Hep birlikte, üç kez, bağırarak, yazınız

8. Kurşunkalemle de olabilir
Yort Savul!

Ece AYHAN

(yort savul!: savulun bre!)

"kul padişahsız olmaz padişah kulsuz değil
padişahı kim bileydi, kul etmese yort savul"
Yunus Emre

lhasa de sela

çöl


sevdanla alay etmeye çöle geldim
daha şefkatlidir çöl, daha güzel öpüşür diken diye

bu ıssızlığın ortasına haykırmaya geldim
bakışsızlığına kul etmişim kendimi diye

seni unutmaya koşarak geldim
öp beni küçük kuş, korkma sakın kolibri

yangınlar içinde çölü yakmaya geldim
çünkü ateş alır gönül, sevmekten cayınca

el desierto


he venido al desierto pa'reirme de tu amor
que el desierto es mas tierno y la espina besa mejor

he venido a este centro de la nada pa'gritar
que tu nunca mereciste lo que tanto quise dar

he venido yo corriendo, olvidandome de ti
dame un beso pajarillo, note asustes colibri

he venido encendida al desierto pa' quemar
porque el alma prende fuego cuando deja de amar

http://www.youtube.com/watch?v=HIJhrzAuWcw